28 Mayıs’ta yapılacak ‘iş’ var
1. turun kazananı ne Erdoğan oldu ne de Kılıçdaroğlu. 1. tur sonunda asıl kazanan Sinan Ogan ve Ümit Özdağ oluyor. Hatta Muharrem İnce de aynı taktiği uygulamaya çalışıyordu, bu yüzden ona “izin vermediler”. “Seçim”in ne tür fırsatlar yarattığına ve bu fırsatları “değerlendirmek” için ideolojik/siyasi/ahlaki ilkelerin hiçbir maliyetinin olmadığına bir kez daha tanık olduk. Nedense(!) bu tür davranışlar sergileyenlerin neredeyse tamamı “sağcı” siyasetçilerdir. Diğer ülkeleri bilmem ama bizim ülkemizde çok var özellikle Tayyip Erdoğan döneminde daha da arttı; Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş, Devlet Bahçeli, Ertuğrul Günay, Metin Feyzioğlu, Mehmet Ali Çelebi, Fatih Erbakan, Abdüllatif Şener, Hulki Çevizoğlu, … Bir gün içinde (ama aslında bir günde) iddia ettiklerinin aksini savunmaya başladılar. sahip olmak, kendini savunmakla yetinmeyenler “karşı tarafın örgütlü militanı” haline geliyor.[1]
Asıl sorun bu isimler değil elbette. Asıl sorun, bu tür omurgasızların toplumumuza kökleşmiş olması ve politik düzlemde “işe yaramasıdır”. Birbirini besleyen ve besleyen yolsuzluk; “Siyasette işe yarıyorsa arkadaşımla, komşumla, akrabamla olan ilişkilerimde işe yarıyor. Aynı gün söylediğimi ertesi gün değiştiririm, satamayacağım kimse yoktur”. Görünüşe göre hepimiz ne olması gerektiğini biliyoruz, değil mi? Siyasi timlerin bu tür omurgasızlara başvurmaması ve bu tür omurgasızların toplumsal menfaatlerden dışlanması, yani yüzlerine tükürülme korkusuyla sokağa çıkamaz hale getirilmesi.
***
Neyse asıl sorunumuz bu kadar değil, bir “parçacık” daha var; 28 Mayıs Pazar günü sandıktan çıkacak. Kim çıkarsa çıksın bizim “asıl derdimiz” olacak.
İlk önce; kutu güvenliği. Yani Cumhur İttifakı üyelerinin (AKP, MHP, Hüda Par, Yeniden Servet, SES vb.) sandıktan oy eksiltip ekleme yapmasını engellemek.
Yahu @herkesicinCHP yöneticileri, bu ne kadar zor olabilir. Bu yediğin, sana oy verenlere verdiğin ne kadar kazık ve aldatmaca? Yeterli! Artık kuru propaganda laflarını bırakıp “her şey bizim kontrolümüz altında, bir sistem kurduk, yüzbinlerce çalışanımız var, ıslak/kuru imza topluyoruz” laflarını bir kenara bırakıp işe odaklanmanın zamanı geldi.
Üstelik bu kez “çalışmak” çok daha kolay. Karşılığı belli, mukayese edilecek sandıklar belli. “Erkeklerin” ne yapacağı ve nasıl yapacağı kendi kendine belirlenir.
– Partizanlar (asker, polis, personel vb.) 142adlı belge üzerinden kaç oy kullandığını kontrol etmek için.
-Şüpheli olduğu birinci cinste belirlenen 22 bin sandığa “çok özel ilgi” gösterilmesi. En basitinden yüzde 90 katılım olan her sandık “şüpheli”dir. Bu kolay demektir; Oy kullanma süresinin sona ermesinin ardından sandıkta bulunanlar, oy kullanmayanlar adına oy kullandı. Sandıkta “bağımsız gözlemci” varsa bu felaketin önüne geçilir.
Sadece bu iki konuya odaklanmak bile kolay bir sonucu ortaya çıkarıyor; ilk seçimde hırsızlık Ve tabii ki, “rakip” 2. varyantta yüzde 1-2 daha az oy alıyor.
***
Şimdi gelelim “kazanma formülüne”!
– Sinan Ogan’a giden oyların yüzde 5’i doğrudan Erdoğan’a gidemez. Çünkü bu kişiye oy verenlerin çoğunluğu, hatta tamamı Erdoğan’ın karşıtı olmalı değil mi? Erdoğan’ın yanında olsalardı aslında birinci türden verirlerdi. En basit matematikle yarıdan fazlası Kılıçdaroğlu’na oy verse de aradaki fark yüzde olarak azalacak.
1 milyondan fazla geçersiz oy bu seçimde olmayacak. Yani bu seçimde “mühür karıştırmak” söz konusu olmayacak. Bir pusula, iki seçenek.
1. turda oy kullanmayan 7 milyona yakın seçmen vardı. Özellikle bu sonucu gördükten sonra değerli bir kısmı oy kullanmaya gidecek. Gidecek olanlar da Erdoğan’a oy vermeye gitmeyecek, onlar şimdiden ilk ilaca koştu.
***
Peki, birinci çeşitte Kılıçdaroğlu’na oy verenler, ortadaki farkı görünce “adam çoktan kazandı” diyerek “çaresizliğe” kapıldılar! Ümit Özdağ’ın desteğinden sonra bile Özdağ’la aynı tavrı takınacağından “rahatsız olacaklar”!
Bu kategoridekiler için “hiçbir şey yapılamaz” denilebileceği açıktır. Ellerine geçen “fırsatları” ülkelerinin geleceğinde “değişim” yaratmak için değerlendirmeye tenezzül bile etmeyenlere “hiçbir şey yapılmamalı” denilebilir.
Ama bu kadar çok konuşmayalım ve aslında bildikleri birkaç “gerçek” şeyi hatırlatalım.
Birincisi: Diyelim ki “adam nasılsa kazanacak”. Kazandığında rakiplerini hüsrana uğramış, bitkin ve teslim olmuş olarak mı kabul etmeli? Yoksa kazandığında bile oy oranının düştüğünü, gücünün sadece çaldığı oylara dayandığını görerek, tökezlediğinde her şeyini kaybedeceği korkusuyla mı yaşamalı?
İkincisi: Hangi Türkiye’de yaşamak, hangi hükümetle uğraşmak istersiniz?
Sağcı solcu, “beni/bizi ilgilendirmez, birbirlerinden farkları yok ve asla olmayacak”. Tabii bunu söyleyip Ege’de arsa aramaya başlayan, yurtdışında iş ilanları aramaya başlayanlar var.
Adına solculuk, devrimcilik diyenler de var. Elbette bunlar bireysel tercihler olabilir ama siyasi bir tercihe dönüştürülüp yaygınlaştırılmaya çalışılırsa söylenecek birkaç sözü hak ediyorlar. Halkın siyasi gündeminde olmayan, orada parti örgütlemeyen herkes gerçek bir çatışmadan kaçıyor.[2] Sandıkla devrimci emeği karşı karşıya getirenler, yani “devrimcilerin sandıkla işi olmaz” diyenler kendilerine başka kriterler aramalıdır. Örneğin; devrimcilerin akıllı telefonla, devrimcilerin sendikalarla, devrimcilerin twitter takipçi sayısıyla, devrimcilerin yasal yollarla işi olmaz vs. (Bakalım kaç kişi?)
Gelelim Ümit Özdağ meselesine!
Herkes siyasetçi oldu, adamın ne yapmak istediğini herkes biliyor; faşistlerin maddi ve ideolojik etkisini genişletmek.[3] Peki Kılıçdaroğlu seçilmezse bu etki engellenir mi? Özdağ evet ama genelde hayır.[4]Faşistlerin (faşizmin) maddi ve ideolojik varlığının tasfiyesinin sandıkla olmayacağını biliyoruz.
Sandık sadece sistemin kuralları tarafından oluşturulmuş ve önümüze yerleştirilmiş bir sandıktan söz eder. Çabanın ne başı, ne ortası, ne de sonucu vardır. O oylamada seçim yapılır ve devam edilir. Hele devrimciler için asla bir “irade değişimi” değildir. İdeolojik bir değişim, politik bir farklılık da değildir. Kısaca; hangi sonuç daha “avantajlı” olur ya da olmaz. (Bu, özellikle bu seçimde geçerlidir). Üçüncü bir seçim sandıkta değil başka yerde oluşacak!
Cevaplanacak soru ve alınacak tavır;
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede mi yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede sosyalizm mücadelesini geliştirme imkanları daha mı fazladır?[5] Erdoğan’ın başına gelenleri biz yaşadık. Üstelik yeni bir Erdoğan iktidarında neler olacağını tahmin etmek zor değil. Soylu yerine Ogan, Feto yerine Hizbullah. Daha azgın kadın düşmanlığı, daha azgın yağma planı.
Yazının başındaki vurguya geri dönecek olursak;
“Seçim” fırsatlar yaratır ve bu fırsatlar ideolojik/politik/ahlaki ilkelerden taviz vermeden “alınabilir”.
Farklı bir dönem başlayabilir ve 28 Mayıs’ta yapılacak bir “iş” var!
NOTLAR:
[1] Asıl soru, en başından beri “karşı tarafın adamı” olup olmadıklarıdır. Yani Sinan Ogan, başından beri Erdoğan’a karşı çıkmakla görevli bir aygıt mıydı? Yoksa seçim dönemini fırsata çeviren bir girişimci mi, yatırımcı mı, fırsatçı mı?
[2]Ha, ‘Suriye’de veya Afganistan’da savaşalım’ diyenler varsa, o da tabii ki başka bir yol.
[3] dilediğimi söyleyemem. Keşke sosyalistler ve Kürt siyasi hareketi de aynı taktiği uygulasaydı. Daha aday açıklanmadan ‘torbada keklik’ algısı oluşmayacaktı.
[4] Kılıçdaroğlu seçilmezse Özdağ da “bazı şeyleri” alamayacak. Ancak karşı taraftakiler, Ogan, Bahçeli vs çok şey alacak.
[5] Cümleyi yanlış okumayın! “Sosyalizm mücadelesinin gelişimi” değil, “kalkınması”. Biliyoruz ki, Kemal Bey’in varlığı tek başına sosyalizm arayışına katkı sağlamaz. Bülent Ecevit ve Hikmet Sami Türk’ü bile akılda tutmak gerekir.